022_Savaşını seçmek
İyi haftalar sevgili dostum,
Sevgi, sağlık, mutluluk ve huzuru bütünün hayrına hayatına çektiğin ve çevrene yansıttığın harika bir hafta olmasını diliyorum.
BİLGELİK OKULU adlı ücretsiz haftalık dergimin yeni sayısında tekrar beraberiz.
Bu hafta savaşını seçmek üstüne düşünerek yeni bir haftaya başlayalım.

Savaşını seçmek...
"Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür..Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür..."
Stephen Covey sayesinde birçok insan Mahatma Gandhi’nin bu bilge sözlerini duydu.
Ne diyor bu sözler peki??
Diyorlar ki...
Yaşadığın şeyleri hayatına sen kendin çekersin. Ne yaşıyorsan sendendir. Dünya sana bir aynadır.
Aslında dünya sana bir armağandır...sadece sen öğren ve geliş diye.
İşte budur tekamül tiyatrosunda sahnelenen oyunların konusu.
Her şey ama her şey seçimle başlar ve insan kendi seçimlerini yaşar.
İyi ya da kötü tüm sonuçlar etki-tepki olarak geçen “nedensellik prensibi”nin bir yansımasıdır.
Bazı insanlar bu seçim haklarını iyiye kullanıp hayatlarına iyilik, güzellik, sevgi, barış, ahenk çekerlerken;
Bazıları da çevresindeki her şeyle çatışmayı, savaşmayı, kendi dediğini ve bildiğini dayatarak kısıtlamayı, hatta bezen zulmetmeyi seçer.
Star Wars’ta bahsedilen “karanlık taraf”ın gücü büyüktür. Bir giren kolay çıkamaz.
Bu tür insanlar çevrelerindeki her şeyle savaşır.
Tek bildikleri kendi doğrularıdır.
Tek bildikleri kendi haklılıklarıdır.
Tek bildikleri kendi yollarıdır. Başka yol yoktur. O yol dışındakiler ise kötüdür.
Bir koridor hayal edin. O koridorda karışıklı düzinelerce kapı olsun. Ve her kapı da bir ev hanesine açılıyor olsun. Ve her hanede bir kişi yaşadığını farz edelim.
Koridor hayatı ve kapıların ardındaki insanlar ise hayat boyu karşınıza çıkan insanları remzetsin.
Kişi eğer “o kapı kötü çünkü o kapının ev sahibi şu nedenden kötü”...
“Şu kapı kötü çünkü o kapının ev sahibi aptal”...gibi gibi youmlarla her önüne çıkan kapıyı kapatırsa...
Bir gün gelir bakar ki, o hayat koridorunda yapayanlız kalmış.
Koridor sessiz ve boş...
sadece kendi ayak sesleri ve sesinin yankısı var.
İşte böyledir dostlar her şeye karşı Don Kişot misali savaş açan insanın hali.
Herkesi çivi, kendisini çekiç gören, dışı güçlü ama içi cılız insanın halidir bu.
Bu tür insanların tersine bir de iyi insanlar vardır ki...
İşte bunlar da savaşlarını seçmeyi beceremez.
Her şeyle savaşmaktan ne için savaşacaklarını bilemezler.
Biri her şeye savaş açarken, diğeri haklı olduğu durumda bile kendi haklı mücadelesini bile yapamaz. Yumruğunu masaya vuramaz. Aciz, cılız, silik ve ezik kalır.
İşte bu yüzdendir ki, çevrede iyi insanlardan çok ama çok daha az sayıda kötü insan olmasına rağmen kötülük daha kolay başını alır gider.
Çünkü iyi insanlar savaşmamak ve zarar vermemek için ellerinden geleni yapar.
Ama karanlık tarafta yürüyen insanlar umursamaz ve kaybetmekten korkmaz. Aslında çok korkarlar ama bunu kabul edebilecek yürekleri yoktur.
Burada iyilik ve ışık yolunda yürüyen insanlara düşen görev ise ne zaman ve ne için savaşacakları bilmek ve ona göre hareket etmektir.
Savaşını seçmek bir erdemdir.
Hayat zıt kutuplar arasında yapılan bir salınımı hareketinden ibaret.
Ve zıt kutupların sürtüşmesi olmasa hayat olmaz, evren olmaz, yaşam olmaz.
Yani çatışma, sürtüşmeden kaçılamaz. Bu bir doğal süreç.
Önemli olan ne zaman ve ne için mücadele edeceğini bilmektir.
Zaten her zaman mücadele etsen değeri kalmaz.
Ve her şeyle mücadele eden, savaş açan yanlız kalır.
Zaten her şeyle savaşan insan ise aslında kendiyle savaşan insandır. Bu tür insanlar kendi kendilerini sabote eder.
Sevgiler,
Kenan

AÇIKLAMASI:
1- Çıkdım erik dalına, anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıdı, der ne yersin kozumu?
Bu ilk beyit, bütün şathiyenin (Şathiye; Dini ve tasavvufi halk şiirinde mizahi manzumelerdir) anahtarıdır. İşte bu beyitte “erik” (sırf dışı yenildiği ve içinde kocaman bir çekirdek bulunduğu) şeriât’ı, zahiri (dış) bilgiyi temsil eder. “Üzüm” tamamı yenildiği ama yine de içinde ufacık bir yabancılık çekirdeği bulunduğu için tarikatlı, bâtıni (iç) bilgiyi anlatır. Ceviz (koz) ise, dış kabuğu atılıp özü yendiği için sırf hakikate misaldir.
Burada anlatılan şey: Bir insan şeriattan giderek tarikatla veya tarikat’ten yürüyerek marifet ve hakikate ulaşamaz. Bunların her biri ayrı yollar, ayrı yöntemler ister.
Şu halde, erik dalına çıkıp üzüm yemeğe kalkan kişi gülünç olur. Onunla da kalmaz, başkasının hakkına tecavüz etmiş sayılır. Nitekim “hakikat bahçesinin” sahibi olan “mürşid-i kâmil”, böyle bir kimseye kızarak, “sen ancak erik veya üzüm yemeye ehliyetli olduğun halde benim kozumu ne hakla yiyorsun?” diye onu azarlar. Tıpkı hukuktan diploma alan birinin muayenehane açarak hasta bakmasına izin verilmeyeceği gibi.
2- Kerpiç koydum kazana, poyraz ile kaynattım
Nedir? Deyip sorana bandım verdim özünü
Bu beyitte, üşütücü, soğuk kelimeler, bir sıcaklığı, hattâ muhabbeti taklit yoluyla yapmak isteyen kişiyi yermek ve kınamak için kullanılmıştır. ’’Kerpiç” çamurdur, yenmez: yiyeni hasta da eder.
“Poyraz” yemeği pişirmeye değil ancak soğutmaya, dondurmaya yarar. Böyle olduğu halde… Bir işin (tarikat ve hakikatin da) yolunu yordamını öğrenmeden kendi kendine ustalık taslamaya “ermeğe” kalkan kişi, işte böyle gülünç, münasebetsiz duruma düşer. Kazana koyduğu çamuru poyraz ile kaynatarak bir şeyler yapmış görünür.
“Ne o, ne pişiriyorsun?” diyene de ermiş gibi davranarak bir parça tattırır. Çünkü bir insan hüneri ne ise, ne yapabiliyorsa, karşısındakini de onunla kandırabileceğini zanneder. İnsan kendi kendisini aldatmasın bir kere…
Bu beyitte, Allah’ın ilhamı, mürşidin irşadı, ustanın bilgisi olmaksızın emeksiz, gayretsiz ve çilesiz çalım satmaya kalkışan ham ruhlu kimseler taşlanmaktadır.
3- İplik verdim çulhaya, sarıp yumak etmemiş
Becit becit ısmarlar: Gelsin alsın bezini
Bu beyitte “Çulha-bez dokuyucu” kâmil olmadığı halde, mürşitlik peşinde koşan, kendini etrafa öyle yutturan kişinin çevreye verdiği zarar ve ümitsizlik anlatılmaktadır. Burada “iplik” olgunlaşmak üzere mürşide, üstada gönderilen adaydır. Üstad geçinen kişi onun, dağınıklığını derleyip tek’e (vahdet) ulaştıran bir “yumak” yapacağına… Bunu kabiliyeti olmadığı için onu bol keseden “olmuş, ermiş” gibi göstermektedir.
Talipleri Allah’a bağlamak (ipliği yumak yapmak) sonra “insan-ı kâmil (dokunmuş bez) haline getirmek iddiasında iken, onu boş yere oyalayan, sonra da vakti gelmeden (becit becit) sen Tanrıya ulaştın” diyerek dervişini şımartan bir şeyhin (hocanın-üstadın) burada taşlandığı görülüyor.
4- Bir serçenin kanadın, kırk kağnıya yüklettim
Çifti dahi çekmedi, şöyle kaldı kazını
Bu beyitte serçenin kanadı, ermiş, yücelmiş kişileri temsil eder. Kırk kağnı ise, onu anlayamayan, çekemeyen, ham ruhlu, dar görüşlü kimselerdir. Hakikat ehli, kanatlıdır, “melekût âlemine” doğru uçan kanattır. Toprakta kalıp yürümeye gıcırdamaya mahkûm olan ise vergisiz fakat iddialı yaratıklardır.
Burada “serçe kanadı” manevi değerin, cevherin sembolüdür. Bir elmas cevheri ile sözgelişi seksen kağnı yükü kereste alınabilir. O zaman da (maddî manada) kırk kağnı (veya katır) serçe kanadının bahası olan bu yükü, gerçekten çekemez.
5- Bir sinek, bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir, ben de gördüm tozunu
Bu beyitte: Sinek (veya an) hiç dikkati çekmediği halde büyük olgunluk ve cevher taşıyan ermiş, olgun, Tanrı sevgilisi kişi için misâlidir. Kartal ise, yüksek mevki sahibi, çok zengin, gösterişçi, âlim geçinen, üstelik de olgun, ergin (fakir, perişan kılıklı) tarikat, hakikat ehlini hor gören kimseleri anlatır. Nitekim arı, bal yapan, kartal ise, gösterişine rağmen “leş yiyen” bir hayvandır.
Sineğin, kartalı nasıl yere vurduğu sorulursa: Bir ilim ve hakikat bahsi açılmış, yapılan tartışmada o fakir kılıklı olgun ve yetkin derviş gösterişçi (kartal) zatı, yerinden kalkamayacağı bir şekilde yenmiş, bilgisizliğini ortaya koymuştur.
6- Bir küt ile güreştim, elsiz ayağım aldı
Yıkıp bastıramadım, göyündürdü özümü
Bu beyit, arif ve olgun kişinin kendi nefsi ile mücadelesini ve bütün gayretine rağmen ona yenilişini ifade eder. Şehvet, para, mevki, gurur, refah gibi hırslara kaynak olan nefis, sürekli denetlemediği ve ezilmediği takdirde en kâmil insanları bile yerden yere vurabilir.
Şairin “küt” dediği, kör kötürüm nefistir. “Elsiz” dediği ise, ateşten, hırstan yaratılmış şeytandır. Onlar, irade ile güreşmekte ve bazen üstün çıkmaktadırlar. Yunus onları hakkıyla başaramadığı için, yüreğinin yandığını samimiyetle söylemektedir.
7- Kaf dağından bir taşı şöyle attılar bana
Öğlelik yola düştü bozayazdı yüzümü
Bütün yüce veliler gibi Yunus da, Allah’ın ilhamı ile bazen mânasını herkesin kolayca anlayamayacağı sözler söylemektedir. Çoğu evliya gibi, bu yüzden canı yanmış, anlayışsız kimselerin maddi, manevi taşlan, kendisine atılmış olabilir. Her çağda olduğu gibi, o zaman da, kendisini âlemin nizamını korumaya yetkili sanan ham ervahlar bulunmuş ve her düşünceyi, her hikmeti yasak etmeye çalışmışlardır
İşte Yunus Kaf Kafdağı diye, burnu Kaf Dağında olan bu beylik çiftlik bekçilerini alaya alıyor. Bunlar, bana da gurur dağlarından bir taş fırlattılar ama denk getiremediler. Taşları “öğlelik” (öğle güneşi savunmak altında) apaydınlık yola düştü. Neredeyse kendimi kalmadı. için “sır açmaya” mecbur edeceklerdi fakat lüzum kalmadı. Yüzümün perdesi sır hicabı bozulmadı.
8- Batık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe
Leylek koduk doğurmuş, baka şunun sözünü!
Beyitte vergili bir Allah yakını olmadığı halde kendisini öyle göstererek halkı aldatmaya çalışan, riyakâr ve cahil “mürşit” taslağının hali anlatılmaktadır. Balık, Allah bilgisi ve sevgisidir. Fakat onun yeri “birlik, vahdet” denizi olmak gerekirken burada “kavağa çıkmıştır.” Kavak sadece gösteriştir; boy pos demektir. Sahte mürşit (kavağa) kendini göstermeye çıkmış, orada “zift turşusu” yemektedir. Yani, hem kendine, hem de halka hoş gelmeyen, samimiyetsiz, temelsiz, basit şeyler söylemektedir…
Bu adamın halini Yunus “leyleğin, koduk (sıpa)” doğurmasına benzetmektedir. Tasavvuf derinliği ve zevki ancak leylek gibi meçhule sefer eden ulu kuşlara yaraşır. Oysa bu teşbihte, onun yerine bir sıpa (koduk) almaya kalmaktadır. “Bakın şunun sözüne!“ diye eğlenmektedir.
9-Yunus bir sor söylemiş, hiçbir söze benzemez
Münafıklar elinden örter mana yüzünü
Bu beyit, bütün şiir için bir açıklama, ipucu vermektedir. Yunus, her sırrın, herkese açıklanamayacağını belirterek, bu şathiye deki gibi üstü kapalı (sembolik) konuşmayı tercih ettiğini söylemektedir. Bu üslup “erenler meclisi” ne uygun düşmekte ve münafıkların şerri de böyle önlenmektedir.
Sohbetlerimiz devam ediyor…
Bazı ilginç videoları paylaşmak itiyorum.
Muhteşem bir dizi başladı. Uyanış : Büyük Selçuklu. 5000 yıllık tarihimizin bir altın sayfasını anlatan bu dizide en sevdiğim 2 şey var - Türklüğü dogmatik değil güzel bir çizgide iyi anlatması ve Hollywood’u aratmayan çekimler ve savaş sahneleri. Renkler ve zevkler farklı. Benden paylaşması…
Bülteni beğendiysen ve diğer dostlarımızla paylaşmak istersen SHARE tuşuna basman yeterli.
Bundan sonraki bültenlerin sana otomatik olarak gelmesi için de SUBSCRIBE NOW tuşuna basabilirsin.
Hakikatin nuru fikirlerin çarpışmasından doğar.
Değerli katkı ve yorumlarını da bekliyorum. Haftaya görüşmek üzere.
Sevgiyle kal,
Kenan
