024_Origami ve Çokluktaki Teklik
Her şey vahdetten kesrete ve kesretten vahdede bir döngü içindedir.
İyi haftalar sevgili dostum,
Sevgi, sağlık, mutluluk ve huzuru bütünün hayrına hayatına çektiğin ve çevrene yansıttığın harika bir hafta olmasını diliyorum.
BİLGELİK OKULU adlı ücretsiz haftalık dergimin yeni sayısında tekrar beraberiz.
Bu hafta ÇOKLUKTAKİ TEKLİK üstüne düşünerek yeni bir haftaya başlayalım.

“Sen bensin işte, ben senim işte. Ne diye bu direnme, ne diye?” Hz.Mevlana
Origami Japon “kağıt katlama sanatı”dır. Genel olarak kara kağıt parçalarını, kesmeden ve yapıştırmadan, sadece katlama tekniklerini kullanarak doğada gördüğümüz çeşitli şekilleri oluşturmaya yarayan bir el sanatıdır. Genellikle kare kağıtlar kullanılmasına karşın, dikdörtgen kağıtlar da kullanılarak da origami yapılabilir. Kağıt katlamayla birlikte kesme işlemi de kullanılan kağıt katlama sanatına ise “krigami” denir.
Ben küçükken TRT’nin bir sabah programı vardı ve her programda origami ile çeşitli canlı ve cansız figürlerin yapımı öğretilirdi. Her program sonrası yaptığım şekillerle ne kadar da mutlu olur ve gurur duyardım, hala hatırlarım. Ve sabah erken saatte sadece o program için kalkar, kağıtlarımı hazırlar, beklerdim.
Peki nedir bu origami sanatını bu denli özel kılan? Benim için origamiyi özel kılan tabii ki çocukluk anılarım değil. Öncelikle origami’de malzeme sadece tek bir parça kağıt ve aynı ve tek bir malzemeden sadece kağıt katlama tekniklerini kullanarak çok farklı, çeşit çeşit canlı ve cansız şekiller yapmak mümkün. Daha da güzeli tek bir kağıttan 3 boyutlu şekiller çıkarmak. Ne kadar çok farklı şekil çıkarabildiğiniz kağıt katlama tekniklerini bilmenize ve sonra da hayal gücünüze kalmış. Doğru teknikleri farklı kombinasyonlarda kullanarak, hiç yapılmamış bir şekli bile yapabilirsiniz.
Origami’nin “Çokluktaki Teklik” ile alakası ne peki? Öncelikle çokluktaki teklik kavramını açıklamak bu noktada iyi olur. Kadim Hint, Çin, Japon felsefeleri, Hermetik Felsefe, Kabala, Sufizm ve Tasavvuf bunu farklı şekillerde anlatır. Tanrı tektir ve yaşadığımız evrendeki her şeyi yaratmıştır. Her şey O’ndan gelir ve ona dönecektir. Tanrı her yerdedir ve kendini tezahür eden her şeyde gösterir. Tasavvuf’ta “vahdet-i vücud” yani varlıkların birliği olarak geçer. Vahdet “birlik”, “teklik” anlamına gelir. Özellikle belirmek gerekir ki, vahdet-i vücut kavramı Spinoza’nın Panteist görüşünden farklı olarak Endülüs İspanya’sında yaşamış olan mutasavvıf Muhyiddin İbn Arabi’nin Pan-enteist görüşüne denk gelmektedir. Yani Panteizm’in evreni Tanrı’ya denk kabul eden görüşü, gerek dinimizde gerekse Pan-enteist inanç sistemlerinde Evrenin Tanrı’dan sudur ettiği şeklindedir. Kur’an’da İhlas Suresi’nin 4ncü ayetinde buyrulan “Ve lem yekun lehû kufuven eHad” (mealen “ Hiçbir mahluk O’na denk olamadı”) her şeyin O’ndan geldiği ve O’nun parçası olduğunu teyit eder. Vahdet-i Vücud kavramını bir nevi okyanustan ayrılan br damlanın tekrar okyanusa dönmesi sonucu okyanus içinde eriyip gitmesi örneği ile ele alabiliriz. Damla okyanustan ayrıldıktan sonra geldiği bütünlüğü hatırlamaz ama hatırlayınca da o bütünlüğün özlemiyle tutuşup durur. Damla okyanusun gücüne sahip değildir ama onu anlar ve minnet eder. Ne zaman o damla okyanusa geri dönerse okyanusun içine karışır ve bütünleşir.
Modern fizik, önce 20 yy başlarında Einstein’ın Rölativite Teorisi ve sonrasında Kuantum Teorisi ile ayrılarak Newton Fiziği’nden farklı bir yöne sapmış ve eski determinist fizik anlayışından indeterminist bir anlayışa geçmiştir. Determinist bakış açısının katı neden sonuç ilişkisi artık kendini ihtimaller ışığında bir neden sonuç sonuç ilişkisine bırakmıştır. Ancak 1970’lerde Süper Simetri Teorisi’nin ortaya çıkmasına dek atom ve atom altı parçacıklar dünyasını açıklayan Kuantum Fiziği ile gezegenler gibi büyük çaplı parçaların hareketlerini açıklayan Rölativite Teorisi birleştirilememiştir. 1970’ler sonrası 1984’te Süper Sicim kuramı evrendeki her şeyin kuark, lepton ve bozonlardan oluştuğunu ve bunların “rezonans frekansında titreşen Planck uzunluğundaki (yaklaşık 10-33 m) sicimleri”nden oluştuğunu ortaya attı. Bu şekilde uzun zamandır Simyagerlerin aradığı ilk maddeye (materia prima) de yaklaşılmış oldu. oldu. 1995’te ortaya çıkan ve “Her Şeyin Teorisi” olarak adlandırılan M Kuramı ise 5 farklı Süper Sicim Teorisi’ni tek bir kuramda toplayarak içinde yaşadığımız evreni 11 boyutlu biz uzayda yüzen bir ZAR (MEMBRANE) olarak tanımladı. Fizikteki bu gelişmelere bakıldığında her şeyin ardında yatan temel fiziksel parçacığa ulaşmaya bir adım daha yaklaşıldı. Yani evrendeki her şeyin bu temel parçacık olan süper sicimlerin farklı rezonanslarda titreşmesi sonucu ortaya çıkan 4 temel evrensel kuvvet ve bunların farklı kombinasyonları ile oluşturduğu farklı cisimler olduğu ortaya çıkıyor. Modern fiziğin materia prima’sı olan süper sicimleri Origami’nin kağıt parçalarıdır.
O zaman tekrar “sen bensin işte, ben senim işte” diyerek çokluktaki teklik kavramını gayet güzel açıklayan Hz. Mevlana’ya kulak vermek bizi bir nebze aydınlatır.
“Beri gel, daha beri, daha beri.Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek? Sen bensin işte, ben senim işte.
Ne diye bu direnme böyle, ne diye?Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikisi de, peki, kutlu ne, kutsuz ne?Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. başımız da tek, aklımız da tek.
Ne diye iki görür olup kalmışız iki büklüm gök kubbenin altında, ne diye?
Sen habire gevele dur bakalım, habire 'usul boylu birlik çam ağacı' de, sonu nereye varır bunun, nereye?”
Sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın.
Kenan
Şiiri Hasan Pulur köşesinde yayımlamış.
Bir okuru göndermiş, yazanı belli değilmiş. Pulur, defalarca ve ısrarla yazarını bulmak için köşesinde çağrılar yaptıysa da, ne şair ortaya çıkmış nede bir bilen, tanıyan . Nerede ne zaman yayımlanmıştı? Bilen de gören de yoktu.
Şiir şöyle;
"Kavgayı ağacın yaprağına yaz,
Sonbahar gelsin, yapraklar kurusun diye.
Öfkeyi, bir bulutun üstüne yaz,
Yağmur yağsın, bulut yok olsun, diye.
Nefreti, karların üstüne yaz,
Güneş açsın, karlar erisin diye.
Ve dostluk ve sevgiyi, yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yaz,
Onlar büyüsün, dünyayı sarsın diye."
* * *
İzmir'li öğretmen Rahile Horzum, bu şiiri öğrencilerine değerlendirmeleri için ödev olarak verdi.
"Siz kavgayı, öfkeyi, nefreti, sevgiyi ve dostluğu nerelere yazardınız?"
41 öğrenciden gelen cevap kağıtlarından ikisini seçti.
CEREN :
"Kavgayı eski bir kağıda yazmak isterdim,
Çöp sanılıp atılsın diye.
Öfkeyi, bir mendile yazmak isterdim,
Kullanılıp atılsın diye.
Nefreti, sahildeki kuma yazmak isterdim,
Deniz dalgaları büyüyerek yok etsin diye.
Sevgi ve dostluğu, bir tohuma yazmak isterdim,
Büyüyüp dünyayı sarsın diye."
* * *
MERVE dedi:
"Kavgayı, kömürün üstüne yazmak isterdim,
Kömür yansın, kavga kömürle yanıp yok olsun diye.
Öfkeyi, gecenin karanlığına yazmak isterdim,
Gün ışıyınca, karanlıkla birlikte öfke yok olsun diye.
Nefreti, toprağın üstüne yazmak isterdim,
Herkes toprağa bassın, nefret ezilsin diye.
Sevgiyi ve dostluğu çınar fidanına yazmak isterdim,
Asırlar boyu canlı ve güzel kalsın diye."
* * *
Rahile öğretmen, öğrencilerinin kavga, dostluk, öfke ve sevgi hakkında ki düşüncelerini okuduktan sonra kendi defterine şu değerlendirme notunu düştü:
"Bence bu çocuklar böyle düşünüyorlarsa, hiçbir şey için geç değil...
Umudum ve dileğim, onların barış, dostluk ve sevgi dolu bir dünyada yaşamaları..."
Bülteni beğendiysen ve diğer dostlarımızla paylaşmak istersen SHARE tuşuna basman yeterli.
Bundan sonraki bültenlerin sana otomatik olarak gelmesi için de SUBSCRIBE NOW tuşuna basabilirsin.
Hakikatin nuru fikirlerin çarpışmasından doğar.
Değerli katkı ve yorumlarını da bekliyorum. Haftaya görüşmek üzere.
Sevgiyle kal,
Kenan
