038_Kristal dükkanında dolaşan gergedan gibi ol
Güç ve sevgiyi birleyen lider gönüllere nüfuz eder.
İyi haftalar sevgili dostum,
Sevgi, sağlık, mutluluk ve huzuru bütünün hayrına hayatına çektiğin ve çevrene yansıttığın harika bir hafta olmasını diliyorum.
BİLGELİK OKULU adlı ücretsiz haftalık dergimin yeni sayısında tekrar beraberiz.
Bu hafta güç ve sevgiyi her halinde ve davranışında hal eden bir liderlik profili üstüne düşünerek yeni bir haftaya başlayalım.
Kristal dükkanında dolaşan gergedan
“Kuvvetlerle mücadele etmeyin, onları kullanın.” – R.B.Füller
Uzun zaman önce katıldığım bir eğitimde katılımcılardan birisi çalıştığı firmayı “kristal dükkanında gezen büyük ve güçlü, ama bir o kadar da gücünün verdiği haşmet ve büyüklük ile çevresindeki nazik ve narin kristalleri kıran bir gergedan”a benzetmişti.
Bu metafor benim her zaman aklımdadır. Gelir gelir güler geçerim. Gülerim; çünkü inanılmaz ince ve kıvrak bir zekanın ironik tasvirine sahiptir. Saygı duyarım; çünkü büyük bir güç, kudret ve azme sahip bir hayvanın çevresine uyumlanması ve mevcut imkanları kullanarak fırsata çevirme becerisine sahip olamamasını harika bir anlatımla ifade eder. Uyumlanma ve esneklik becerisine sahip olmayan bir gücün kaba güç olacağını anlatır. Kontrolsüz gücün her zaman, her durumda, her ortamda başarılı olamayacağını anlatır.
Bunun globalleşen dünya ekonomisinde uluslararası iş yapan firmaların da önemli bir sorunu olduğunu görürürüz. Bazı firmalar vardır ki, kendi ülkelerinde inanılmaz başarılara imza atarlar ve yeni ülkelere, özellikle gelişen ülkelere yatırım yaptıklarında o muhteşem başarıları ve güçlerini devam ettiremezler. Çünkü orasının ihtiyaçlarına, kültürüne göre kendilerini uyumlandırmamışlardır. “Global düşün, yerel hareket et” ilkesini uygulamazlar. İşte kristal dükkanındaki gergedandır bu firmalar. Yerel kristal dükkanlarını kırar döker ya da uyumlanamazlar.
Ama bazıları vardır ki, bu stratejiyi kullanırlar ve yerel farklılıkları çeşitlilik ve zenginlik olarak görüp, piyasa koşullarına uyum sağlayarak çok daha büyük başarılara imza atarlar. Hala gergedandırlar ve daha da güçlüdürler ama bir kelebeğin çiçekler arasında uçarken sahip olduğu esnekliğe ve zerafete de sahiptirler.
Evet dostlar....
Liderlik de böyle bir şey bence.
İnsanın lider olması için bilinen liderlik tanımlarına göre bir izleyici kitlesi olmalı. Onu izleyen ve takip eden birileri olmalı. Lider demek ille de makam, mevki ve koltuk sahipliğinden gelen bir otoriter güç sahibi kişi demek değildir. Kendine raporlayan çalışanları olmayan birisi de aynı Robin Sharma’nın “Ünvansız Lider” adlı kitabında veya John C.Maxwell’in “360 derece Liderlik” adlı kitabında bahsettiği gibi bir lider olabilir. Dünya bu gibi insanlarla doludur. Mahatma Gandhi, Spartacus, Sokrates, Hz.Musa, Hz.İsa, Hz.Muhammed, Epiküros, Xenon, Yunus Emre, Mevlana, Karacaoğlan, Ulubatlı Hasan ve daha başkaları....Onlar liderlik yolculuklarına tek başlarına ve verilmiş bir yetkileri, koltukları, makamları, payeleri, isimleri olmadan başladılar...ama tarihin ışıltılı sayfalarında seslerini her yeni nesile duyurdular. Ve bugün eksisinden daha da güçlüler. Fani insanın kendinden sonra bırakacağı en büyük miras budur.
Lider kişi aynı bir gergedan gibi işini iyi yapan, iletişim becerisi yüksek, güçlü olmakla beraber, değişen hayat ve iş koşullarına uyumlanabilmeli, esnek düşünebilmeli, sorun diye bir şey görmeyip her şeyi fırsata çevirebilmeli, hayattaki farklı yolları görüp, anlayabilmeli ve üstten bakabilecek şekilde kendini konumlandırabilmeli, doğru kararlar verebilmek için etkilenmeme sanatına hakim olmalı, eylemlerinde ölçülülük ve tolerans ile hareket edebilmeli. Aynı yukarıdaki metaforun tanımladığı gibi...
SunTzu der ki...”geçilmez olanla karşılaştığında sen geçilir ol”. Yani sen esne, uyumlan ve su gibi akışkan ol. Taoculukta su önemli bir semboldür ve suyun kullanldığı metaforlar ile konumuz çok güzel anlatılır. Su öyle güçlüdür...her türlü kiri akr ve siler. Öyle güçlüdür ki, önünde yıllar içinde en sert kayalar bile dayanamaz. Akan su önüne engel çıksa engelin çevresinden dolaşır ve etkilenmeden akar gider. Engel aşamayacağı denli güçlü olsa bile bekler ve zamanı gelince engeldeki çatlaktan sızar ve engeli patlatır...ya da debisini artırarak zamanı gelince engelin üstünden akar gider.
Lider su gibidir. Hem hayat verir ,hem de her koşulda, her durumda kendi gibidir ve sonuca ulaşır.
Sevgiler,
Kenan
OSMANLI ve TÜRKLER
(Ozan Efe Akçin... Yazısı)
🤔Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı.
Halifeliğe kadar olan Osmanlı, namı-ı diğer 🇹🇷Türk İmparatorluğu ile
🤔⁉️Halifelikten sonra
🧟♀️🧟♂️Araplaşan Osmanlı İmparatorluğumuz…
Ve 🧟♂️🧟♀️Araplaştıkça daha çok batan koca İmparatorluğumuz…
🤔Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki
🤔Halifelik sevdasına düşülene kadar…
🤔O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri
🤔Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler....
🤔Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerindir.
🤔(1517) ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler.
🤔İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur.
🤔😡⁉️Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarında seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın, Ebu Suud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlanır...
😡⁉️🤔İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir değişle Türk İslam’ı terk edilerek, .
Arap İslam’ına doğru evrilmesini, dönüştürülmesini sağlamak konusunda anlaşırlar.
Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi”
🇹🇷😡⁉️Türk kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!” “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir.
(Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm ! ” “Türkmen’im ! ” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.)
🤔Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur...
1603 yılına gelindiğinde artık Ehli Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır kapatılır,
😡yerine Halid-i Nakşi Kürt-i Tekkeleri kurulur.
😡Yine bu dönem Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir,
1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir…)
😡Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilir…⁉️
🇹🇷Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için
bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır,
😡böylece kırdırılırlar, ganimet bile toplatmazlar…
🤔⁉️Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar…
🤔⁉️Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak içinde Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler.
🤔⁉️Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlardır,
Halaçlardır,
Mukri,
Bayat,
Beğdili,
Evya,
Yıvadır…
🤔⁉️Buna tarihimizde “Ekrad Türkmanlar” denir…
🤔⁉️Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a gider.
🤔⁉️🇹🇷(Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır…)
🤔Böylece yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu ve Alevilik bu politikalar sonucu gelişir ve büyür.
⁉️🤔Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, ne halifelikten vazgeçebilir artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir;
çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmıştır,
mezhepçiliğe kurban edilmiştir…
😡⁉️Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler…
😡⁉️ Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar…
(Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur ve 1563’te ise Rumların matbaası vardır.
😡⁉️ Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler,
😡⁉️ta ki Batı Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz;
ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir…
🤔⁉️11 Eylül 1683,
Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır;
🤔⁉️ 1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir ‘’Türk imparatorluğu’’ Osmanlı varken;
😡⁉️neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?!…
🤔⁉️ (Osmanlı bu dönem; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunu’ndan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.)
😡Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi-mezhepçi politikalara dönülmeseydi koca bir imparatorluk batar mıydı?
🤔⁉️🇹🇷Ve yine; Mevlanaların, Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin… İslam’ı, İslam değil miydi?
🤔⁉️Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslam’ı, Akşemseddinlerin İslam’ı İslam değil miydi de
😡⁉️Ebu Suudlara teslim edip batırdık koca İmparatorluğu…
😡⁉️Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir.
🤔⁉️Pir-i Türkistanlı Ahmet Yesevi der ki:
🤔⁉️“Din bir seçimdir,
ama Türklük kaderdir!”🇹🇷👏
(Ozan Efe Akçin Facebook)
Paylaşabilirsiniz.
Bülteni beğendiysen ve diğer dostlarımızla paylaşmak istersen SHARE tuşuna basman yeterli. Beğendiysen paylaş ki, ışığın karanlığa hiç olmadığı kadar çok galebe çalması gereken Dünyamızın bu özel geçiş döneminde olumlu katkı sağlamama sen de yardımcı ol.
Bundan sonraki bültenlerin sana otomatik olarak gelmesi için de SUBSCRIBE NOW tuşuna basabilirsin.
Hakikatin nuru fikirlerin çarpışmasından doğar.
Değerli katkı ve yorumlarını da bekliyorum. Haftaya görüşmek üzere.
Sevgiyle kal,
Kenan