044_DÜNYA KADINLAR GÜNÜ - İNSANLIK TARİHİNDE KADIN
İyi haftalar sevgili dostum,
Sevgi, sağlık, mutluluk ve huzuru bütünün hayrına hayatına çektiğin ve çevrene yansıttığın harika bir hafta olmasını diliyorum.
BİLGELİK OKULU adlı ücretsiz haftalık dergimin yeni sayısında tekrar beraberiz.
Bu hafta Dünya Kadınlar Günü üstüne düşünerek yeni bir haftaya başlayalım.
ÖNEMLİ BİLGİ
Bu ve diğer tüm platformdaki çalışmalarımı daha kolay ve etkin yürütebilmek adıyla önümüzdeki haftayla beraber bültenimi AWeber platformunda yayınlamaya başlayacağım. Bu platformda 4 tane ücretsiz e-mail ile eğitime katılma iansına da sahip olacaksınız.
E-mail ile eğitim nedir?
Belli bir konuda 5 ya da daha fazla bölümden oluşan bir kitap düşün. O kitabın her bölümünün sana gelmesiyle 5 gün içinde kitabı bitirirdin değil mi? Aynı bu şekilde belli bir konuyla alakalı olarak her gün e-postana ulaşacak olan ve e-posta zinciri ile bazı konuları paylaşacağım. Ülkemizde az kullanılan bu uygulamayı hayata geçirmekten dolayı mutluyum.
Bu linki ve bültenimi paylaşarak aramıza katılmak isteyenleri davet edebilirsin.
Ayrıca bültenime kaydolununca söz verdiğimi 8 e-kitabın indirilemediğini öğrendim ve bu hafta hatayı düzelttim. Eğer henüz indirmediysen hemen buraya basarak indirebilirsin. Hepsi sıcak sıcak hazır.
Yeni bir yıl daha tekrar Dünya Kadınlar Günü’nü kutladık geçen hafta. Bir de Anneler Günü’nü kutluyoruz. Ancak senede 2 gün başımızın tacı olan kadınlarımızı hatırlamak yetmez.
Gelin bana katılın ve tüm bu hafta boyunca sadece bir gün değil, tüm hafta boyunca birbiriyle bağlantılı yazılarla bazı sentezler yapalım.
Binlerce yıl önce insanlar henüz avcı-toplayıcı toplumken erkekler gündüzleri ava çıkar avlanır, kadınlar ev ve köy işlerine bakarmış. Ne kadın erkekten, ne de erkek kadından üstünmüş. Herkes sadece kendi görevini yaparmış toplumda ve aile hayatında. İşte bu zamanlar insanlığın inanç açısından ana-erkil dönemleriymiş. Zira, avcılık yapan, gerektiğinde savaşa giden erkeklere kıyasla kadınların...
“neden buradayız?”...
“tüm bunlar niye var?”...
“nereden geldik, nereye gidiyoruz?”...
“her şeyin bir başlangıcı ve yaratıcısı var mı?”...
“Doğa nasıl işliyor?” vb gibi bir çok soruları sormaya daha fazla zamanları ve imkanı varmış. Ve, kadınların onları doğa ve kozmik bilinç ile daha kolay irtibatta kılan sezgisel zekalarının erkeklere göre daha gelişmiş olması onları hayatı ve gizemlerini aramaya itmiş. O zamanlardaki inanç sistemi de Tanrıçalarüstüne kuruluymuş. Anadolumuzdaki Kibele bunlardan sadece birisidir.
Ancak zamanlar mitolojik tanrıların ortaya çıkması ve özellikle Tek Tanrı inancının filizlenmesiyle birlikte Tanrı figürü erkeklik ile ilişkilendirilmiş ve bu dönemle birlikte inanç anlamında insanlık ata-erkil döneme geçmiş. Bu dönemlerde şehir devletlerinin yükselişi ve çöküşleri arasında kadının yeri daha çok erkeğin yanında iyi bir eş ve ailenin bakımına gerilemiş.
Hatta kadınlar açısından insanlığın yüz karası dönemler de yaşanmış. Özelikle bugünün modern Avrupası, 1000 yıl süren Orta Çağ’ın o karanlık dönemi sonlarında katı teolojinin ağırlıyla sadece cadılık suçuyla 500 bin kadını işkence edip, yakmış. Sadece bir cadılık suçuyla veya iftirası ile bile kadınlar öldürülmüş. Hatta kız çocukları bile. Ama dürüst olmak gerekirse güçlünün ayakta kaldığı, Patristik felsefenin Hritiyan inancını dogmalaştırdığı o dönemlerde kadınlar kadar erkekler de inanç savaşlarında ölmüş, gitmiş.
Bu gibi kadına dair sakat inançlar ata-erkil dönem boyunca kadına birçok darbe indirmiş. Bazen çocukları kaçıradığı rivayet edilen Albastı İblisi gibi kötü metafizik güçler ile ilişkilendirmişler kadını. Bazıları Adem’in Havva’dan önceki ilk eşi olduğu Tevrat’ta yazılan Lillith’in Adem’i reddedişini kullanarak kadını salt cinsel şehvete hapsetmişler.
Kısacası, ya kötü gizemli güçleri kadına atfetmişler, ya da cinselliğin kötü yönüyle kadını baştan çıkaran bir varlığa indirgemişler. Maalesef kadını bir eşyaya, metaya indirgeme çabaları onu kendi eşdeğeri olarak görmek istemeyen güç zehirlenmesi içindeki erkeklerin bir işgüzarlığıydı. Kadını kapatan, onu indirgeyen güç dengesini kendi yönünde bulan ve bunu korumak isteyen erkek egosunun hakimiyeti ve korkalığıymış.
Ama şu da bir gerçek ki, güç adına binlerce yıldır dünyada verilen mücadelelerde sadece kadınlar değil, erkekler ve çocuklar da baskı ve zulüm gördü.
Ancak binlerce yıllık Türk kültürüne baktığımızda kadının erkeğin yanında eş değeri olarak yer aldığını görüyoruz. Ta ki din ve devlet işleri birbirine karışıncaya dek. O zamana dek kadın obalarda sözü geçen, sözü sorulan ailenin ve toplumun olmazsa olmazıymış. Ana kavramı ulu, bilgelik içeren, insanın içini eriten bir kadının sembolüymüş. Obalarda kağanların annesi ve eşlerinin sözleri sorulur, dinlenirmiş. Kadın erkekle, ekkek kadınla yarışmaz, birbirini tamamlarmış.
Özellikle Orta Çağ’ın son dönemlerinde yeni yeşeren ve baskı ve zulüm altında kıvranan insanlara nur saçan Tasavvuf kültürü etkisinde o zamanlar erkekler alp ve erenmiş. Yani hem kahraman ve yiğit bir savaşçı hem de bilgeymiş. Kadınların hakkını savunur, onları eş, ana, çocuk olarak baştacı yaparlarmış. Kadınlar da sadece güzel zamanlarda değil, zor ve karanlık günlerde bile sonuna dek erkeğinin yanında duran bir kuşun onu uçuran diğer kanadı gibi erkeğini onu tamamlarmış.
Lütfen bu anlatımımı geyşalık ile karıştırmayın. Amacım kadının ve erkeğin her ne kadar ayrı cinsiyette insanlar olsalar da hayatın birbirlerini tamamladıkları sürece güzel olduğunu anlatmak istemem.
Zaten yaradılış da bunun üstüne kurulu değil mi? .
Sevgiler,
Kenan
Hacı Bektaş-ı Veli
*"Eline, Beline, Diline Sahip Ol" Derken Ne Demek İstedi?*
Eline sahip ol:
hırsızlık yapma.
Diline sahip ol:
kötü söz söyleme.
Beline sahip ol:
zina yapma.
Genel anlamda bu şekilde kabullenilmiş ve yaygın olarak kullanılmış bir Hace Bektaş-ı Veli sözü bu.
“Hacı” değil, “Hace”.
Evet... Aslı böyledir ama o'nun söylemlerini ve hayat felsefesini eline, beline, diline sahip ol diyerek basite indirgediğimizden ötürü, hacılıktan, hocalıktan çok daha ciddi ve üstün bir sıfat olan "Hace" sıfatını da "hacı" olarak dönüştürmüş bir toplumuz...
Şüphesiz ki Hace Bektaş-ı Veli’nin bu sözleri günümüzde kullanıldığı anlama geliyor olsa da aslında başka bir derinlik içeriyor,
Anadolu Türkmenlerine o dönem şartlarını göz önüne aldığımızda bir mesaj veriyordu.
Şöyle ki; Hace Bektaş Veli’nin dönemi Anadolu’nun Moğol istilası ile yanıp kavrulduğu, ihanetin, kahpeliklerin kol gezdiği bir dönemdi.
*Konya’daki Selçuklu sarayı Moğolların kuklası haline gelmiş, Moğol istilasına direnen, örgütlenen Türkmenler devlet eliyle katledilir olmuştu.*
Bunun en bilinen örneği Karamanoğlu Mehmet Bey’dir. *Karamanoğlu Mehmet Bey,* Selçuklu sarayının Farsçayı resmi dil yapmasına karşılık;
“Bugünden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda türkçeden başka dil kullanılmayacaktır...”
fermanı yayınlamış ve yıllarca Moğol istilasına, işgalci Moğolların kuklası olan Selçuklu sarayına ve Selçuklu sarayının kukla olmasında ve de devletin resmi dilinin farsça olmasında büyük rolü olan Mevlana ve çevresine karşı mücadele etmiş ve şehit olmuştur.
*Moğol –Selçuklu - Mevlana, üçlüsüne karşı bayrak açan sembol isimlerden biri de*
“*Ahi Evran” dır.
Ahi Evran (evren) da tıpkı Mehmet bey gibi Türk ve Türkmen düşmanı bu şer ittifakıyla mücadele etmiş ve şehit düşmüştür... *
*İşte, Hace Bektaş Veli’nin bu sözlerinin altında bir ulusun kavgası, bir milletin mücadelesi yatar.*
*"eline sahip çık" ifadesindeki "el", "il"dir. *
Yani yurt, vatandır...
İline vatanına sahip çık demiştir Hace...
*“beline sahip çık" ifadesindeki "bel",
“toprak" tır...
Toprak Türk milleti için kutsaldır. *
Toprak bellenirse yani işlenirse ürün verir.
İşini, toprağını boş bırakma, uğraşından geri kalma,
toprağını işle,
toprağına sahip çık demiştir
*Hace... "diline sahip çık" ifadesindeki "dil",
ağzımızın içindeki organ değil, konuştuğumuz dildir, lisandır.*
Lisanına, güzel Türkçemize sahip çıkın ki Farsçanın resmi dil olması karşısında dilimiz, lisanımız kaybolmasın demiştir
*Hace...*
Ne de güzel söylemiş, lakin manasını kavrayan çok az kişi olmuştur.
İşte Hace Bektaş Veli’nin bu sözlerinin anlamını kavrayanlardan biri de;
vatanına, toprağına, lisanına sahip çıkmak için 19 mayıs 1919'da Samsun’a çıkan ve milli mücadeleyi başlatan ulu önder Atatürk’tür.
*Amasya, Erzurum ve Sivas kongrelerinde vatanın düşman işgalinden kurtarılması için çalışmaları başlatan ve örgütlenmeyi sağlayan ulu önder, işte bu sözün manasını kavradığı için Ankara’ya gelişinden önce 22 ve 23 Aralık 1919 tarihlerinde hacı Bektaş’a uğramış, Hace'nin dergâhında 2 gün kalmıştır.*
O zaman;
*Ahi Evran gibi ol, beline sahip çık...*
*Karamanoğlu Mehmet gibi ol diline sahip çık...*
*Mustafa Kemal gibi ol, eline/iline sahip çık...*
*Eline, beline, diline sahip çık,
Türk milleti...*
*Osmanlı-Türkçe Sözlük, *
VIII. Baskı,
Mustafa Nihat Özön,
İnkılap Kitapevi
*Hace*: efendi, ağa, sahip, öğreten, öğretmen, hoca
Önemli hatırlatma…
ÜCRETSİZ eğitimlerime buradan ulaşabilirsin -- https://www.kenankolday.com
Bülteni beğendiysen ve diğer dostlarımızla paylaşmak istersen SHARE tuşuna basman yeterli. Beğendiysen paylaş ki, ışığın karanlığa hiç olmadığı kadar çok galebe çalması gereken Dünyamızın bu özel geçiş döneminde olumlu katkı sağlamama sen de yardımcı ol.
Bundan sonraki bültenlerin sana otomatik olarak gelmesi için de SUBSCRIBE NOW tuşuna basabilirsin.
✓
Hakikatin nuru fikirlerin çarpışmasından doğar.
Değerli katkı ve yorumlarını da bekliyorum. Haftaya görüşmek üzere.
Sevgiyle kal,
Kenan
Yayınlanmış Kitaplarım / MY PUBLISHED BOOKS...
1. Ruhun Kozmik Yolculuğu - Hayy'dan gelip Hu'ya gidiyoruz
2. Ruhu Olan Robot - Ten kafesinde uyanış