Çocuklarım benim Hayat Koçum - 1
Yeni bir bültene daha hoşgeldin,
Geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi, doğum anında anne ve babamızdan aldığımız genetik mirasın yoğurduğu bir fiziksel yapının yanında bir MİZAÇ ile de doğuyoruz. Doğum sonrasındaki yıllar içinde çevresel faktörlerin etkisiyle durumlara karşı takındığımız maskeler seti olan bir KİŞİLİK geliştiriyoruz. Genetik ve mizaç doğarken bizimle geliyor ve sonra da paradigmalar, değerler, inançlar, davranış kalıplarının eklenmesiyle kişilik oluşuyor. Bu süreçteki ilk 7 yaş ise şu anda bu yazıyı okuyan biz yetişkinleri biz yapan kişiliğin %78’ini oluşturuyor. Ne yazılım ama!! Otomatik ve doğal olarak yazılıyor ama kimse ne olduğunu bilmiyor. Bilgi çağı olan günümüzün internet çağında bile hala bu yazılımın yarattığı, kadim Hint felsefesinde “MAYA” olarak adlandırılan bu “YANILSAMALAR DÜNYASI”ndan kimsenin haberi yok.
Çocuğun 0-7 yaş gelişim dönemi beni her zaman büyülemiş ve çocuklarımı nasıl yetiştirmem gerektiği konusunda yönlendirmiştir. Düşünün bir kere; bir bebek dünyaya geldiği anda SIFIR HAFIZA ile doğuyor. Görmek deseniz tam olarak görmüyor. Duyduklarını anlamıyor. Bedenini tam olarak kullanamıyor. Tüm gün yatıyor ve günün büyük bölümünü uyuyarak geçiriyor. Süt emiyor, altını kirletiyor, uyuyor, ağlıyor...henüz çaresiz ve bakıma muhtaç. Anne karnı içindeki gelişim süreci anne karnı dışında da devam ediyor.
Bu bebekte de her yetişkin insan gibi bir ruh var. Bu ruh henüz olaylara verilen tepkiler, yanlış anlaşılmalar, çocukluk kararları ile özünün üstüne çekilen sahte maskeler, doğru ve ya yanlışın olmadığı sadece bunların DUALİTE’nin izafi durumlarından gelen YANILSAMALAR olduğu bir dünyada iyi-kötü veya doğru-yanlış zıtlıklarının kirlettiği paradigmalar ile kirlenmemiş. O minik bebek doğrum anında Tanrısal olandan kopmuş gelmiş ve hala onun İlahiliği’ni yansıtıyor. Olabildiğince SAF ve BÜTÜN, ÖNYARGISIZ, KOŞULSUZ, SEVGİ DOLU, araştırmaya HEVESLİ,, herşeye AÇIK, SAMİMİ ve MASKESİZ, DÜRÜST, AÇIK SÖZLÜ ve DOBRA (konuşan bir bebeği düşünün), sonsuz KABUL ile dolu, sadece bir yudum süt içerek sonsuz ŞÜKRAN ve MİNNET sunabilen, kızsanız bile hemen AFFEDEBİLEN ve hatta sizin hatanızda bile sizden gelip ÖZÜR DİLEYEN bir minik insan. Bir önceki cümlede büyük harflerle yazdığım kişilik özelliklerine bakarsanız bunların dünyayı yöneten biz yetişkinlerde çok az olduğunu göreceksiniz. Bunlar esasında birer ERDEM. Her yetişkinin doğum anında o saf, minik bebek halinde iken içinde barındırdığı ancak doğum sonrası zaman içinde kişilik yazılımının doğal yüklenmesi sonucu kaybettiği erdemler. Çok sevdiğim bir abimin dediği gibi bu, insanın kendi “FABRİKA AYARLARI”ndan sapması.
Bebek mi, erdemler mi deyip geçmeyin. Yukarıdaki cümleyi düşünün. Uzun uzun düşünün ve tefekkür edin. Özellikle çocuğu olanlar hemen ne dediğimi anlayacaklarıdır.
Herkes özünde iyi ve kutsal olan Tanrısal bütünlük ile doğar ve mizacına göre İlahi olan BÜTÜNLÜKten düşüş yaşar. Oscar Ichatzo’nun sözleri konuyu çok güzel açıklar...
“insanı özünde ve kişiliğinde olarak ayırt etmek gerekir. Öz olarak her insan kusursuz ve korkusuzdur, evrenle sevgi içinde bir olmuştur; kendi içinde bir sıkıntısı ve ya başkaları ile çatışması yoktur. Derken birşeyler olur ve benlik gelişmeye başlar, karma biriktirir, nesnellikten öznelliğe geçiş başlar, insan özünden kişiliğin içine düşer.”
İlahi Öz’den bu tür bir düşüşü Platon İDEALAR kavramıyla irdelemiş. Kendisinden geldiğimiz İLAHİ TEKLİK’i, erdemlerin en üst seviyesi olan İDEALAR olarak betimlemiştir. Bunu bir filozofun sonsuz olanı açıklamaya çalışma densizliği değil, tersine her zaman kendinden daha büyük ve İlahi olan göremediği ama sezgileriyle varlığını hissettiğinin peşinden giden insanoğlunun, “Neden buradayım?”, “Amacım ne?, “Nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularına cevap arayan bir filozofun SONLU olan insan aklı ile SONSUZ olanı açıklama çabası olarak görmek gerekir. İDEALAR fikri daha sonraları Platonik fikirler ışığında, Neo-Platonizm akımıyla Plotinus’un “Enneadlar” adlı kitabında tartıştığı gibi ve sonra Çöl Pederleri ve Hristiyan mistikler tarafından şekillendirilen “9 Ölümcül Günaha” (öfke, kibir, kıskançlık, aldatma, açgözlülük, korku, oburluk, ihtiras, miskinlik) dönüşmüştür. Bu fikre göre doğum anındaki İlahilik bu 9 günah ve ayartılma ile bebeğin yaşamındaki ilerleyen yıllarda onun bu İlahilik’en uzaklaşmasına neden olur. Özden uzaklaşmasına neden olur. Kişinin karakterini oluşturan maskeler seti ne kadar sert bir kabuk oluşturduysa, aslında kişi o kadar özünden uzaklaşmış demektir. Bu, sonsuz olanı sonlu olan insan aklıyla arama yolculuğunda sadece bir teori ve fikirdir ama farkındalık yaratmak için iyi bir başlangıçtır. Hatta bu fikir, İbn-i Arabi gibi bazı Arap filozof ve Sufiler tarafından da Plotinus sonrası öğretilmiştir.
Fakat bu kişilik yazılımını kırabiliriz. Matrix’ten Kaçış yazımın sonunda bahsettiğim formül her zaman hazır ve nazır. Yeter ki, sen değişmek iste ve HEMEN ŞİMDİ, BU AN değişim için çabala. Bu çabanda ilerlerken çevrende feyz alman için bir çok kaynağın olacak. Her zaman öğrenmek için bakılacak kaynakları Allah bizlere verir. Sen yeter ki, görmek iste, o saf, minik yenidoğan bebeğin öğrenme merakı ile devamlı çevrene bak, ve Makvayel’in “talih ve erdem” kavramıyla işlediği gibi talih geldiğinde bu öğrenme fırsatını kaçırma ve yeni bir öğrenme fırsatını kolla. Bu da bir karşılaşmalar oyunu. Fakat EN YAKININDAKİ çocukları bu öğrenme yolcuğunda es geçme. Zira onlar daha az bir zaman önce senin daha yeni yürümeye başladığın o uzun ve zahmetli yolculuğun varış noktasındaki bütünlükten geldiler. Onlardan öğrenecek çok şeyimiz var.
Bir sonraki yazımda aynı konunun devamını işleyeceğim.
Sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın.
Kenan
Yıllar önce oğlumun zor doğum süreci sırasında yazdığım bir şiir dijital arşivimde yeni karşıma çıktı. Dedim bunda bir mesaj var, paylaşmak istedim.
Bebek bilgeligi...
Sen hic Tanri ile konustun mu?
Ben her gun O`nunla konusuyorum
Kucuk oglumun seslenisinde O'nu duyuyorum
Hic cennetin kokusunu aldin mi?
Ben her gun o kokuyla yasiyorum
Kucuk oglumu saclarini kokladigimda Cennet bahcesindeki gulleri kokluyorum
Peki safligin ne demek oldugunu hic gordun mu?
Ben ona her gun taniklim ediyorum
Kucuk oglumun safliginda O'nu hatirliyorum
O kucuk guzel oğlum var ya o kucuk adam
Iste o yakin zaman once ilahi safliktan kopup da gelen
O dunyevi bedene o kucuk bedene girip buyuyen ruh var ya o
Ben o minik veledin ogrendiginden cok ondan ogreniyorum
Kendime, hayata ve evrene dair
Ben her gun onun vasitasiyla Tanriyi goruyor ve hissediyorum
Saclarinin kokusunda cennetin kokusunu hissediyorum
Gulusunde Tanri`nin bana gulumseyisi goruyorum
Sanki ben ogluma bakmiyorum, Ilahi babam da bana bakiyor
Kosulsuz bir sevgi, sefkat, takdir ve ilgi ile
Bakana degil baktirana bakiyorum
O derin, anlamli ve kucuk bilge gozlerden
Ve her gun Allah'ima sukrediyorum, minnet ediyorum, dua ediyorum
Ve o minik insandan ogrendigim sevgi, sefkat, minnet ve merakla hayati yasiyorum
Ogreniyorum ve gelisiyorum
Hata da yapiyorum
Henuz yolun basindayim ayni onun gibi
Ama bu yol baska bir yol
Uyanmanin ve aydinlanmanin yolu
Kucuk oglumun dogustan bilincsizce sahip oldugu butunluge
Ben simdi bilincli olarak sahip olmaya calisiyorum...
Üzüntüsüz Yaşama Sanatı
Epiktetos yirmi asır önce demiştir ki:
‘Kader önünde sonunda şöyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar. Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Ektiğini biçer.
Bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. Bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz.
Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir.’
Düşmanlarınızı düşünmek için ayıracağınız bir dakika bile düşmanlarınızdan daha değerlidir.
Nefret ve intikam hissi size büyük zararlar verir.
Aristo şöyle diyor:
‘İdeal insan iyilik yapmaktan zevk alır. Kendisine iyilik yapılırsa mahcubiyet duyar. Çünkü iyilik yapmak üstünlük işareti, bir iyiliğe muhtaç duruma düşmek zaaf işaretidir.’
Karşılaşacağımız nankörlükten dolayı üzülmemek için hazırlıklı olalım. Karşılık beklemeden iyilik yapalım.
Mutluluk minnet beklemekte değil, minnet gösterilmesinden rahatsızlık duyulacak olgunluğa erişmektir.
8 Özel Armağan
1) Dinleme...
Ama gerçekten dinleyin. Kesmeden, hayal kurmadan, vereceğiniz cevabı düşünmeden... Can kulağıyla dinleyin.
2) Sevgi...
Kucaklamalar, öpücükler, sırt sıvazlamalar ve el tutmalar konusunda cömert olun. Bu ufak hareketler, aileniz ve dostlarınıza olan sevginizi daha açık göstermenizi sağlayabilir.
3) Kahkaha...
Fıkra anlatın, neşeli hikâyeleri paylaşın. Bu armağanınız ‘seninle birlikte gülmeyi seviyorum’ anlamına gelir.
4) Yazılı bir not...
Basit bir ‘Yardımın için teşekkürler’ notu, ya da belki bir şiir...
Kısa, elle yazılmış bir not bazen ömür boyu hatırlanır.
5) İltifat...
Basit, içtenlikle söylenen bir söz (‘Bu renk sana ne çok yakışmış’, ‘Harika bir is çıkardın’, ‘Yemek nefis olmuş’ gibi) karşınızdakinin içini aydınlatır.
6) İyilik...
Her gün, rutininizi kırıp birisine hoş, nazik bir şey yapın.
7) Yalnızlık...
Bazen tek istediğimiz yalnız kalmaktır. Bu anlara duyarlı olun ve ihtiyacı olana yalnız kalma armağanını verin.
😎 Neşeli bir yapı...
Birine tatlı bir söz söylemek gibisi yoktur.
Selâm vermek veya teşekkür etmek o kadar zor mu?..”
(Alıntıdır...)
YouTube’ta bu hafta neler var neler…
Umarım bu haftaki bültenimi beğenmişsindir. Kıymetli görüş ve yorumlarını bırakırsan çok mutlu olurum.
Haftaya görüşmek üzere.
Sevgiyle kal,
Kenan
https://tr.kenankolday.com
LA Evrenin Gizli Dili adlı yeni kitabıma ulaşmak için buraya tıkla.