Ölümsüz Üstatların Yaşam ve Öğretileri
Uzun bir aradan sonra Haftalık Bültenlere artık tüm hızıyla devam ediyoruz AWeber platformundan Substack platformuna dönüyoruz.
Kıymetli benim gibi hakikatin peşinde koşan dostum merhaba,
Bir seneden uzun zaman önce kişiselleştirilmiş eposta zincirleriyle paylaşarak büyüme ve hakikati arama yolculuğumuza devam etme kararı almıştım ancak Substack’in daha kolay olması sebebiyle iş hayatıma paralel yaptığım bu paylaşımları yalın bir şekilde sütdürebilmek adına yeniden bu platforma dönüyoruz.
Geçtiğimiz haftalarda Türkiyemizde fazla bilinmeyen ve bilinse de az anlatılan bir konuya dair çektiğim bir mistik viodeyu paylaşmak istiyorum. Şimdiden iyi seyirler.
T.Baird Spalding'in "Ölümsüz Üstatların Yaşam ve Öğretileri" adlı kitabındaki Sırlar…
Söze bir hikaye ile devam edelim…
" Bir kahvenin 40 yıl hatırı var " deyimi..
Gerçek tarihçesi , Üsküdarlı Bilge Yusuf ile Rum balıkçı Stelyonun hikâyesine dayanır.
1895 Eminönü Yemiş İskelesi , balıkçı kahvesine giren Osmanlı zabiti "Bre, Yusuf. Herkese benden okkalı bir kahve, ama şurda oturan Rum palikaryasına yok. Ona, kahvem de akçem de haramdır," der..
Bilge Yusuf kahveleri ikram eder, bir kahve de Palikarya Stelyo nun önüne koyar.
Zabıt adeta kükrer. "Ben, ona haramdır demedim mi Yusuf? "
Bilge Yusuf, hiç istifini bozmaz.
"Komutan, o kahve benden ona da helaldir," der.
Stelyo minnetle bakar Yusufa. 1905 olur. Samos (Sisam) arasında Rum isyanı başlar. Damat Ferit Paşa adaya asker çıkarır. Bilge Yusuf da askerdir ve adaya çıkan askerler arasındadır. Ancak ilk çatışmada esir düşer. 2 yıl yatar Samos zindanlarında. 2 yıl sonunda Rum çeteciler, esir pazarında satışa çıkarır Yusufu.
Mezatda 5 para - 7 para sesleri arasından bir ses yükselir. "O Türke benden 5 kuruş, hemen alıyorum."
Sessizlik hakim olur, Rum alır Yusufu arabasına köyün dışına çıkarır. Denize yakın bir yerde arabasını durdurur, döner Yusufa."Serbestsin Bilge Yusuf," der.
Yusuf inanamaz duruma, Rum’un ellerine kapanır.
"Beyim, kimsin necisin, beni neden özgür bırakırsın," der. Rum döner Yusuf'a "Ben balıkçı Stelyo," der.
Yusuf çözemez durumu, adamı tanımaz bile. Rum, uzun uzun anlatır,12 yıl öncesine , Yemiş iskelesine döner, detaylarıyla o günü anlatır ve "İşte ben, bir fincan kahveyi helal ettiğin balıkçı Stelyo," der.
Göz yaşları sel olur. Sarmaş dolar olurlar. Stelyo, Yusuf’u kaçak yoldan İstanbul'a gönderir. Bu dostluk 35 yıl devam eder. Her yıl birbirlerini ziyaret ederler. Her ziyarette bir fincan kahve mutlaka vardır. Çocuklarına, torunlarına anlatırlar dostluklarını ve "bu kahvenin 40 yıl hatırı var," derler.
( T.C. Üsküdar Belediyesi Kültür Hizmetleri Arşivi)
Geçtiğimiz hafta son kitabım LA Evrenin Gizli Dili ve üçerdiği bilgiler üstüne Ezber Bozan’da harika birsohbet yaptık.
Şimdi de bir yazıyla devam edelim.
Matrix’ten Kaçabilirsin...
Wachowski Kardeşlerin ünlü “MATRIX” üçlemesi ilk vizyona girdiğinde müthiş bir etki bıraktı ve herkes filmdeki mesajları kendi kaşığı kadar aldı. Herkes artık filme adını veren Matrix’in nasıl bir sanal dünya olduğunu ve neden kurgulandığını biliyor. Sanırım az bilinen şey ise Matrix fikrinin binlerce yıllık kadim Hint Felsefesinde de geçtiği ve kadimlerin filmdeki gibi olmasa da yaşadığımız dünyayı bir sanal ortam olarak görmesi fikri. Bu sadece binlerce yıl önceki bir Hindu felsefi düşüncesi değil, Çin, Antik Mısır, Kalde, İyon, Antik Yunan, Kabala, Sufizm, Kızılderili ve Afrika ve başka inanç sistemlerinde de hayatın geçici bir yanılsama olduğu özetlemesiyle farklı anlatımlarla ortaya çıkmıştır.
Kadim Hint Felsefesinden yola çıkarsak Matrix ile “MAYA” anlatılıyor. MAYA terimi ile yaşadığımız dünyanın geçici olduğu ve bu dünyanın ve evrenin bir YANILSAMALAR DÜNYASI olduğu anlatılıyor.
Bu yanılsamalar nasıl oluşuyor peki? Kadim Hint Felsefesinin kaynağı olan Vedik öğretide BRAHMA tek ve mutlak Tanrı’dır. Ve Hint panteonundaki tüm diğer tanrılar onun yansımalarıdır. Brahma’nın “Purusha” ve “Prakriti” olarak geçen 2 yönü vardır. Prakriti içinde yaşadığımız doğa veya evrene tekabül eder ve 3 GUNA’dan oluşur. Harekete geçiren güç RAJA, karşıt güç TAMA ve denge hali SATTWA olarak çok kaba haliyle özetleyebileceğimiz bu 3 guna evrensel düzenin ve işleyişin temelini oluşturur. Yani her şey yaradılış sonrası bozulan bütünlük sonucu hayatımızda zıtlıklar arasında bir salınıma maruzdur. Tezahür eden her şeyin “swadharma” adı verilen bir yaşam amacı vardır ve her şey bu 3 gunanın oluşturduğu zıtlıklar dünyasında sınava tabidir. Karma anlayışına göre ekilen neyse o biçilir ve sınav sürer gider. Gunalar vasıtasıyla İlahi yaşamını unutan insan maddesel dünyaya bağlanır ve geldiği İlahi Bütünlüğü unutur. İşte Maya budur. Kısaca et ve kemiğe bürünüp ten kafesine giren ruh, geldiği ve parçası olduğu İlahiliği madde dünyasında unutur gider. Bu maddesel ve geçici dünyaya ve onun zevklerine bağlanır...ta ki uyanana kadar. Ya da uyanma şansını elde edene dek. Bu şekilde insan aklını kullandığı için bilinçli bir yaşam sürdüğünü sanır ama aslında korku, şüphe, acı, keder, endişe, kaygı, utanç duygularının pençesinde zıtlıklar arasındaki gelgitin bir kölesi olur, aklının özgürlüğüne sahip olamaz ve nefsi vasıtasıyla dünyevi bağımlılıklara zincirlenir.
Sanırım yabancı bir anlatım değil. Önce doğum ile bedenlenen ruh İlahi Öz’ünden kopar ve kapalı şuuruyla yaşar. Bu ilk kopuştur. Doğum anı ile belirli bir mizaç ve genetik miras ile doğuyoruz. Bir araştırmaya göre mizaç ve genetik miras yetişkin bir insanı oluşturan unsurların üçte biri. Modern psikolojiye göre geriye kalan 2/3 çevresel faktörler tarafından şekilleniyor ve bunun da 2/3’ü ilk 7 yaş içinde şekilleniyor. Yani 7 yaşını dolduran bir çocuk 70’inde de onu oluşturan unsurların %78’ini ilk 7 yaşı içinde kazanmış olur. Doğum anında henüz saf ve kusursuz doğan bir bebek ileri yaşlarında dünyevi kir ve paslar alır ve Öz’ünden kopar gider. Romalıların “persona”lar olarak tiyatroda kullandıkları maskeler misali, çocukluk kararları sonucu elde ettiği maskelerden oluşan bir sahte benlik geliştirir. Bu da ikinci kopuştur, İlahi özünden kopuş.
Yani 70 yaşında bir insan bile, eğer yazılımın fark edip onu değiştirmeye çalışmadıysa henüz, 0-7 yaş dönemindeki çocukluk kararları sonucu edindiği kişilik ile hareket eder. Hepimiz esasında yaşımız ne olursa olsun 7 yaşındaki bir çocuğuz diyebiliriz. Doğarken genetik miras ve mizaçtan oluşan bir “hardware” ile dünyaya geliyoruz ve sonra çevresel faktörler ile bizlere karakter adı verilen bir yazılım otomatik yükleniyor. Hayata verdiğimiz tüm tepkiler otomatik olarak bu yazılımın bir sonucu. “Bhagavad Gita”da bahsedildiği gibi “Bireysel BEN maddi beden arabasındaki sürücü”dür. Bu hardware, bir PC ve onunla gelen temel yazılım gibidir. Ancak biliyoruz ki hiçbir hardware, işletim sistemi olmadan çalışamaz ve bu da karakterdir. İlginç değil mi? Doğum anında farkında olmadan sahip olduğumuz BÜTÜN”lüğümüzü, yıllar içinde yaşam mücadelesinde kaybediyor ve sonra o kaybedilen “BÜTÜN”lüğe bu sefer bilinçli bir şekilde ulaşmaya çalışıyoruz. Bu bir deneyim oyunu. Bu bir ÖZ’ümüze dönüş oyunu. Bebekken bilinçsizce sahip olduğumuz şeye ilerleyen yaşlarda bu sefer bilinçli olarak sahip olmaya çalışma oyunu bu.
Daha da ötesi, bizler ailelerimizden miras aldığımız yaşam stilini “armut dibine düşer” misali devam ettiriyoruz...tabii ki eğer bu kısır döngünün farkına varıp da daha iyiye doğru değiştirmezsek. Bu jenerasyonlar boyu devam eden kısır döngü ve doğum ile kaybettiğimiz İlahi gücümüzü şanslı olan bazılarımız gerek kişisel gelişim gerek felsefe ve ezoterik öğretiler gerekse salt akıl ve hikmet ile yaşamımızın ilerleyen yıllarında kendini bilme yolu ile tersine çevirebiliyoruz.
Özetle mizaç ve genetikten oluşan bir hardware ile doğuyor ve kişilik adı verilen yazılım ile bu bedeni çalıştırıyoruz. Farkında olmadan öğrenilmiş davranışlarımızla hayat mücadelesi veriyoruz. Ve bir gün bir şey oluyor. Bir dış uyaran ile bir şekilde uyanıyoruz. İşaretler hep vardır ve olacaktır ama çoğu insan uyanmayı seçmez. Matrix’in dibinde geçici ve maddesel yaşama bağlanmayı seçer. Amaç ne bağlanmak ne de ruhsal olarak uçmaktır. Amaç dengedir. Matrix’ten kaçmak ancak uyanmakla olur. Matrix’te yaşamak ama onun parçası olmamak. Geçici olana bağlanmamak ama onu insanlık hayrına kullanmak. Matrix’ten kaçış seçimle başlar...uyanmaya karar vermekle. Sonrasını Stephen Covey çok güzel özetlemiş...
"Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür...Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür..."
İlk iş yaşamda gelen etkiye şuursuzca tepki vermemek, durup düşünmek, idrak etmek ve sonra hür irademizle vereceğimiz tepkileri seçmektir. Bunu yaptıkça bir bakarız seçimlerimiz kaderimiz olmuş. İşte Matrix’ten kaçış budur. Bu aslında kaderine sahip çıkmaktır. Bu bir kaçış da değildir. Matrix’te yaşamak ama özgür olmaktır. Ayakları yerde başı gökte olmaktır. Farkında, hür ve dengede olmaktır. Etkilenen değil etkileyen olmaktır.
YouTube yolculuğumuz Cihangir Gener ile İllüminati Serisi ile devam ediyor.
Haydi haftasonunu harika bir bahar şarkısı ve güzelliklerin sizlere ulaşmasını dileyerek karşılayalım.
Dünyamızın bildiğini bilen Homo Sapiens Sapiens’ten Kendini Bilen İnsan toplumuna dönüştüü bu doğum sürecinde bilen bilmeyenden sorumlu ve ancak paylaşarak büyüyebiliriz. Unuta ki karanlık ışığın yokluğudur. Paylaşalım ki ışığımız büyüsün.
Sevgiyle kal,
Kenan
LA Evrenin Gizli Dili adlı yeni kitabıma ulaşmak için buraya tıkla.